Sayfalar

29 Temmuz 2012 Pazar

KEDİ CANINI

Trenden iniyorum. Meğerse o istasyonda inen bir benim. Bu kadar erken bir saatte ilk kez yollarda olmamdan olsa gerek alt geçidin ıssızlığı ürpertiyor. Normalde hayat akan, bangır bangır pop müzikler çalınan caddelerden geçiyorum, bütün kepenkler kapalı. Galiba bir tek serçeler uyanmış, bir de ben varım hiç uyumamış. Çocukken serçeleri güvercin tarzı kuşların yavruları sandığım aklıma geliyor, gülüyorum. Yürürken üzerimdeki uykusuzluk halleri dağılıyor. Sabah, bana eve gidebilmem için gereken minimum enerjiyi veriyor. Nihayet minibüs durağındayım. Şansıma hemen geliyor araç ve biniyorum. Bir müddet böyle şöförle biz bizeyiz. Neyse ki radyoda Desert Rose çalıyor. "Türkiye'de bir minibüste Desert Rose çalma ihtimaline milyonda bir desek, benim o minibüse denk gelme ihtimalim... Hmm... Peki "Sesini biraz açabilir misiniz?" desem mi demesem mi? (Diyemedi) Ardından ağır bir türküyle frekans değişiyor, araç birkaç yolcu daha alıyor. İnince eve kadar beş-on dakika yürüme mesafem var. Kâbusum olan fabrika köpekleri bile havlamıyor bu kez bana. Galiba afyonu patlamamış onların da.
Yol boyu gördüğüm her şeyi, her ayrıntıyı betimlemelerle dolu paragraflar gibi algılıyorum. Fena halde yazmak istiyorum. Eve varınca yorgunluktan ölüyor olmazsam hemen yazmak hatta. Periler filan uçuşuyor kafamın etrafında, ne yazık ki çok azı hayatta kalabiliyor. Bir de ne yazık ki bu betimlemeleri bağlayacak bir hikayem yok henüz.
Siteye giriyorum, apartmanın önüne geliyorum, anahtarımı arıyorum, anahtarımı bulamıyorum, zile abanıyorum. "Ya duymazsa bu saatte, inşallah işe giden birileri açar kapıyı, şuracıkta bekleyeyim, bu mahmurlukla uyurum bile..." Derken işte o an olan oluyor. Ayaklarımın arasında kımıl kımıl bir şey, az daha üstüne basıcam! Sesini de duyup ne olduğunu anladığım gibi nevrim dönüyor ve kendimi üç beş metre ötelere atıyorum. Ağzımdan gayri ihtiyari hayvansı ünlemler dökülüyor. Üstüne bassaymışım cinnet getirirmişim, neyse ki bu kadarıyla kurtarıyorum. Fakat o da ne, hala bana doğru geliyor, ayaklarıma yapışıyor. Çeşitli akrobasi hareketleri sergiliyorum bana değmemesi için, havada takla atmadığım kalıyor. Bereket versin ki etrafta kimseler yok da imajım zedelenmiyor. Lann? Camdan izleyen yoktur dimi!
Kurtulmak için can havliyle mücedele verdiğim, ufacık bir kedi yavrusu aslında. Cici mi cici, şirin mi şirin... Hee tabi ufacık tabi şirin. Kedilerden nefret ederim ben!
Şükürler olsun ki megafondan "Kim o?" sesi geliyor. Zili çaldığımı bile unutmuşum, kalktı yüzünü yıkadı dişini fırçaladı duş aldı da mı kapıyı açmaya karar verdi bu çocuk be!? Ağır demir kapıyı itiyorum o da içeri girmeye çalışıyor. Engel olmaya kalksam arada sıkışsa, o ölür ben akıl sağlığımı yitiririm. Sonuç olarak The Cat Wins. Şimdi ne yapacağım, asansör kapısında da aynı şeyi yaşayacağız, böyle böyle gardrobuma kadar gelir benimle. "Bak miyav, annene git, benim tüylü hayvanlarla aram iyi değil, bak orda kuş varr..."
Aklıma dâhiyane bir fikir geliyor. Tekrar dışşarı çıkıyoruz, ileri doğru yavaş yavaş ilerliyorum, peşimden geliyor. Duruyorum, o da duruyor. Ve ben koşa koşa apartmandan içeri girip kapıyı kapatıyorum. Now The Human Wins.
Sonra efendim eve çıkıyorum ama kulaklarımdan miyavlayışları hiç gitmiyor. Biraz ekmek ufalayıp üzerine süt döküp götürüyorum. Münasip biyere bırakıp kaçmak üzereyken buu kez havhav gelip bizim miyava dayılanmasın mı! Köpeklerle aram daha beterdir ama o an zayıfın tarafında olmak gibi ulvî bir amaç için cesaretlenip köpeği kovalıyorum. Bununla da yetinmeyip daha güçlü oldukları için kedilere terör estiren artizlik yapan bütün köpekleri kınıyorum içimden. Daha abartarak bu örneği kadın-erkek, toplumsal statü farkları, ezilen halklar, Amerikan emperyalizmi, kapitalist sistem, Türk eğitim sistemi, dünya petrolleri, siyonizm ile bağdaştırıyorum.
Bizimkisi nasıl diken diken olmuş, derisi görünüyor tüylerin arasından, nasıl korkmuş yavrucak. Yatışsın diye seviyorum biraz ama elim değmekle değmemek arasında. Yine de bu kadarını yaptığıma kendim bile şaşırıyorum. Böylece kahramanımız, yani ben, başlangıca göre aşama kaydetmiş oldu. Senaryo öğeleri tamamlandı. Hikaye çıkar bundan.
Sonra işte kedicik yemeğine dönüyor, ben birkaç fotoğraf çekip eve çıkıyorum. Ellerimi beş altı kez yıkıyorum. Uzanıyorum, İbrahim Tenekeci'nin Uçuş Denemeleri'nden şu kısmı anımsıyorum:
"Çiçeklere su verdim, serçeler için camın önüne ekmek koydum, Amerika ve siyonistler hakkında kötü şeyler düşündüm sonra da şunu mırıldandım: Allah benden razı olsun..."

21 Temmuz 2012 Cumartesi

JOURNEY SONGS

Since I know that I'm longing for a little bit "wind of change" I've been eliminating my archived songs, also checking new songs, as a part of my journey dreams. 
So finally I collected choosen ones in one list. Here is that list below
Some nostalgic, some popular, some sad, some fun music.
For those who are long long trippers or day trippers, 
who are leaving permanently or just for a holiday 
or maybe only going on a walk to the shoreline
maybe looking forward to being back home 
For sailors,  voyagers, ramblers, tourists, 
for little princes, little princesses 
and for 'into the wild'ers...
Hope you enjoy.