Sayfalar

18 Aralık 2012 Salı

Küçük Prens'e dair...

Bu  yazıda benim vaktiyle gugıl gugıl aratıp topladığım şeyleri bulabileceksiniz. Meraklısına dev hizmet! (Evet çok çalıştım tıklamaktan parmağım yoruldu hakkımı nasıl ödeyeceksiniz)
Mesela kendimi bildim bileli deli gibi katılmayı istediğim şeb-i arus töreni hayal ettiğim gibi değildi ve bu beni üzdü. Arapça derslerimi haftalardır ekiyor olmam beni üzüyor, öğrencilerime bağırmak beni üzüyor. Geçmek bilmeyen boğaz ağrım ve grip yüzünden tadım kaçık. Öğlene doğru uyanmam ve elimdeki kitabın bir türlü bitmemesi canımı sıkıyor. Ben de Küçük Prens'in yanına varıp nefes alıyorum, müzikli kuyulardan su içiyorum. Şu sıralar ilgilendiğim neredeyse tek şey bu. Kitabı çocuklara baştan sona okudum, şerh ettim, sınav bile yaptım, sonra yaptıkları resimleri yarışmaya gönderdim, resimlerin oy alması için gece gündüz orda burda link paylaştım... Yani aşırı dozda Küçük Prens yüklemesi yaptım bünyeye, bu süreç bitti ama ben hala kitabı okumaya devam ediyorum defalarca ve defalarca geç saatlere kadar; bu yüzden de resmî olarak okuduğum kitap bitmiyor, bu yüzden öğlene kadar uyuyorum, bu yüzden Arapça dersleri güme gidiyor ve inanamaycaksınız ama, şeb-i arus'a gideceğim gün, resimde görmüş olduğunuz kolye ve yüzüğün kargosu elime ulaşmıştı. İnternetten yapmış olduğum ilk alışveriş olan ve İzmir'den benim olmak için yola çıkan bu iki güzellik beni o kadar sevindirdi ki diğer her şey gölgede kalabilirdi.

Bu yazıda ne bulabileceksiniz demiştik, buyrunuz kitabı online okumak için şuna tıklanabilir.
PDF veya WORD  formatında  Türkçe,  İngilizce veya kitabın orjinal dili Fransızca e-kitap indirilebilir. Meraklısına diğer dil seçenekleri de mevcut: Bkz: AlmancaYunancaİtalyancaRusça,  İspanyolca

Gif dosyası denen şey kimin aklına geldiyse şahane bir şey bence:




Bir de şöyle şeyler tasarlamışlar, yurt dışında olduklarından elde etmesi zor tabii:



Antalya Oysho mağazasında Küçük Prens kolekşın yapmışlar lakin biraz tuzluydu. Şuradan bakabilirsiniz: Link

şöyle de oyuncağı var



















Bu sanırım Sunay Akın'ın oyuncak müzesinde mevcut. Twitter'dan paylaşmıştı.

Filmini çekmişler, ne kadar aradıysam bulamadım filmi ama Küçük Prens'i canlandıran çocuk çok tatlı çok gerçekçi duruyor resimde. Bulmalıyım filmi 

Bir de çizgifilmi var minikago diye bir kanalda, figür sıcak gelmedi tabii orjinline sadık kalmaktan yanaysanız kitapta olmayan senaryoları kabullenemiyorsunuz çok az izleyebildim ama format genel olarak çeşit çeşit gezegenleri gezen maceracı prens, kitaptaki duyguyu verebildiklerini sanmıyorum yine de çocuklar arasında yaygınlaşmasına vesile oluyor güzel bir çalışma

1 gün sonra not: Biraz önce adıma kargo aldım, kimden geldiği hiçbir yerinde yazmıyordu, tanıtım amaçlı birşey herhalde diye düşündüm paketi açarken ama bir de ne göreyim:
İyce meraklandım kimden diye, kutuyu silkeleyince not düştü, onda da isim yazmıyordu ama uslûbundan tanıdım. Ûslup derken ne bileyim mesela smiley tarzı, "efendim" yerine "efem" yazması gibi ufak şeyler ayırdedici olabiliyormuş demek ki, çok tuhaf değil mi? Meğer erken doğum günü hediyesi imiş bu. Teşekkür ederim sevgili dostum =)

Günler günler günler sonra not:

Bu da benim Küçük Prens'im. Gezegenini terketti :(


17 Eylül 2012 Pazartesi

77 BOMBAY STREET

Tanıştırayım, resimde gördüğünüz İsviçreli müzik grubu 77 Bombay Street. Bu dört genç öz kardeştirler. Kardeşlerden oluşan gruplar çok sevimli gelir bana mesela Oasis de öyle sonra başkaa...(3. örneği veremiycem galiba niye genelleme yaptıysam) Heh bide Athena tabi bide nasıl unuturum Yurt Seven Kardeşler :D (Yok artık)
Bombay'e geri dönecek olursak, yeşilli ve yakışıklı olan solist, kendisi 86 doğumlu büyük kardeş. En küçük üye ise 90'lıymış hangisi bilmiyorum.
Grubun Wikipedia sayfası Almanca olduğundan fazla bilgi edinemedim. İlk albümleri Up In The Sky 2011'de yayınlanmış. Çiçeği burnunda grup diyebiliriz, ülkemizde bilinmiyorlar. Benim bilmem de aslında tesadüf; şöyle ki ilk çıktıkları zamanlar Yalın twitter sayfasından Long Way şarkısını paylaşınca beğenip bütün albümü indirdimdi. Ben de şimdi buradan paylaşayım, dinlerken grubun müzik tarzından sözedelim.
Long Way by 77 Bombay Street on GroovesharkMüzik tarzı dedim ama tür meselesi içinden çıkamadığım birşey. Sanırım Akustik Rock. Bildiğim gruplar içinde en fazla Travis'e yakın buldum. Ki Travis en sevdiğim grup diyebilirim. Bir de kendi müziklerini "Beatles'ın ilk zamanki hali gibi" diye tanımlamış Bombay üyeleri. Şarkıları gerçekten de kulağa I Saw Her Standing There tadı veriyor genel olarak. Söylentiye göre Long Way'in sözleri ölen sevgilinin semtine yolculuk üzerine...
Bir diğer güzel şarkıları Number 2
Number 2 by 77 Bombay Street on GroovesharkGeneli böyle neşeli ritimli şarkılar hep easy listening :) Gençlerimiz One Direction dinleyeceğine bu grubu dinleseler keşke. Direkşını youtube'dan bikaç şarkılık dinledim, eğlencelik easy listening işte o da. Demem o ki müzik olarak direkşında ne buluyorlarsa Bombay'de çok daha iyisi var; kalite var, yetenekli ve olgun 'müzisyen'lerden oluşuyor bir kere! Ünlü olmayı direkşından kat kat fazla hakediyorlar. Bir yandan da ergen saldırılarına maruz kalmadıkları iyi, ne bileyim Twitter'da hergün #TurkeyWants77BombayStreet görsem soğurdum heralde.
Up in the Sky by 77 Bombay Street on GroovesharkYaşama isteği ve özgürlük aşılayan bir şarkı Up In The Sky. Sözleri bana bir miktar John Lennon - Imagine anımsatmıştır.
Miss You Girl by 77 Bombay Street on GroovesharkArada şöyle duygusal olan da var. Bu şarkıda gitar tınıları özellikle hoşuma gitti. Sade olmakla birlikte özlemeyi iyi yansıtmış, yani ne bileyim birini özlesen böyle özlersin ve hiç ingilizce bilmeyen biri dinlerken anlayabilir özlemini. Ne çok 'özlemek' var.
47 Millionaires by 77 Bombay Street on GroovesharkBir diğer şarkıya geçelim efendim, albüm çıkmadan önce single olarak yayınlanmış ve radyolarda bolca çalınmış. 47 Millioners. Kırkyedi milyıners diye okudunuz dimi la :D Bide niye 47 olduğunu merak ettim ama sanırım gereksiz bi ayrıntı olacak...
Waiting For Tomorrow by 77 Bombay Street on GroovesharkSon olarak grubun bu yıl çıkardığı iki single'dan birini paylaşıp bahsi kapatıyorum. Kalanları da kendiniz açıp dinlersiniz, kendimce en iyilerini paylaştım. Bu arada single nedir tam olarak hiç bilemedim. Yani 'tek' demek ama, single olunca albüme de dahil oluyor mu onun ayrımı nasıl filan evet bu da gereksiz, hadi şarkıyı dinleyin, çav!

18 Ağustos 2012 Cumartesi

ELVEDA

"Elveda Yâ Şehr-i Ramazan" afişini yapıştırdı bizimkiler bu sabah pencereye. Bunun "Hoşgeldin" versiyonunu gördüğümde kıkır kıkır gülmüş nerden buldunuz bunları la tepkisi vermiştim. Bu sabah yine gülesim geldi ama tuhaf oldum. Üzülüyorum ben öyle böyle değil. Çok sevdim ben bu Ramazan'ı. Belki bana en çok acı çektireniydi; tüm gün yarı baygın geçirdiğim zamanlar oldu, daraldım bunaldım, bir de evin işleri üstümde, iftarlarda yemek yemeye mecalim olmadı bazen.
Ama geceleri... güzeldi be. Hele teravihler. Bizim burdaki caminin süpersonik bi uygulaması var: yaza denk gelen Ramazanlarda caminin bahçesine hasırlar döşeniyor, üstüne seccadeni sen getirip seriyorsun, misleer gibi açık havada yıldızların altında, kubbeyi minareleri göre göre, kandillerin ışığında namaz. Öyle tadından yenmeyen bir namaz. En sıcak en boğucu günlerde bile ufak da olsa bi esintimiz muhakkak olurdu. Bugün sonuncusuydu işte. Gariptir öyle çok rüzgar vardı ki seccadelerimiz uçuştu hasırlar havalandı vuhuuu. Öyle. Bitti ama. Çok buruğum sevgili blog çok. Keşke hiç birini kaçırmasaydım bu sene teravihlerin.
Yaz geceleri bir de banklarda oturup saatlerce çekirdek çitlemesi ve bisiklet sürmesi güzel. Bisiklet sürerkene öyle özgür oluyorum ki. En güzel yanı hava karanlık olduğu için kolayca kamufle olmak ve cins cins bakışlara maruz kalmamak. Sırf bu yüzden tesettürlü kadınların rahatça bisiklet kullanabildiği Malezya gibi ülkelere ilgim var. Hatta oralarda bisiklet yaygın bir "yaşam biçimi" imiş. Özeniyorum ulan!
Tecrübeli bir büyüğüm, "Mezun olup öğretmenlikle yetinme, sen nereden nereye geldin yüksek yap doktora yap Merkez bankasının başkanı ol..." dediydi. Benim hiç böyle hayalim yok saygı değer büyüğüm. Benim hayalim ne işim olursa olsun o işe bisikletle gidip gelmek. Büyük şey mi istiyorum?

29 Temmuz 2012 Pazar

KEDİ CANINI

Trenden iniyorum. Meğerse o istasyonda inen bir benim. Bu kadar erken bir saatte ilk kez yollarda olmamdan olsa gerek alt geçidin ıssızlığı ürpertiyor. Normalde hayat akan, bangır bangır pop müzikler çalınan caddelerden geçiyorum, bütün kepenkler kapalı. Galiba bir tek serçeler uyanmış, bir de ben varım hiç uyumamış. Çocukken serçeleri güvercin tarzı kuşların yavruları sandığım aklıma geliyor, gülüyorum. Yürürken üzerimdeki uykusuzluk halleri dağılıyor. Sabah, bana eve gidebilmem için gereken minimum enerjiyi veriyor. Nihayet minibüs durağındayım. Şansıma hemen geliyor araç ve biniyorum. Bir müddet böyle şöförle biz bizeyiz. Neyse ki radyoda Desert Rose çalıyor. "Türkiye'de bir minibüste Desert Rose çalma ihtimaline milyonda bir desek, benim o minibüse denk gelme ihtimalim... Hmm... Peki "Sesini biraz açabilir misiniz?" desem mi demesem mi? (Diyemedi) Ardından ağır bir türküyle frekans değişiyor, araç birkaç yolcu daha alıyor. İnince eve kadar beş-on dakika yürüme mesafem var. Kâbusum olan fabrika köpekleri bile havlamıyor bu kez bana. Galiba afyonu patlamamış onların da.
Yol boyu gördüğüm her şeyi, her ayrıntıyı betimlemelerle dolu paragraflar gibi algılıyorum. Fena halde yazmak istiyorum. Eve varınca yorgunluktan ölüyor olmazsam hemen yazmak hatta. Periler filan uçuşuyor kafamın etrafında, ne yazık ki çok azı hayatta kalabiliyor. Bir de ne yazık ki bu betimlemeleri bağlayacak bir hikayem yok henüz.
Siteye giriyorum, apartmanın önüne geliyorum, anahtarımı arıyorum, anahtarımı bulamıyorum, zile abanıyorum. "Ya duymazsa bu saatte, inşallah işe giden birileri açar kapıyı, şuracıkta bekleyeyim, bu mahmurlukla uyurum bile..." Derken işte o an olan oluyor. Ayaklarımın arasında kımıl kımıl bir şey, az daha üstüne basıcam! Sesini de duyup ne olduğunu anladığım gibi nevrim dönüyor ve kendimi üç beş metre ötelere atıyorum. Ağzımdan gayri ihtiyari hayvansı ünlemler dökülüyor. Üstüne bassaymışım cinnet getirirmişim, neyse ki bu kadarıyla kurtarıyorum. Fakat o da ne, hala bana doğru geliyor, ayaklarıma yapışıyor. Çeşitli akrobasi hareketleri sergiliyorum bana değmemesi için, havada takla atmadığım kalıyor. Bereket versin ki etrafta kimseler yok da imajım zedelenmiyor. Lann? Camdan izleyen yoktur dimi!
Kurtulmak için can havliyle mücedele verdiğim, ufacık bir kedi yavrusu aslında. Cici mi cici, şirin mi şirin... Hee tabi ufacık tabi şirin. Kedilerden nefret ederim ben!
Şükürler olsun ki megafondan "Kim o?" sesi geliyor. Zili çaldığımı bile unutmuşum, kalktı yüzünü yıkadı dişini fırçaladı duş aldı da mı kapıyı açmaya karar verdi bu çocuk be!? Ağır demir kapıyı itiyorum o da içeri girmeye çalışıyor. Engel olmaya kalksam arada sıkışsa, o ölür ben akıl sağlığımı yitiririm. Sonuç olarak The Cat Wins. Şimdi ne yapacağım, asansör kapısında da aynı şeyi yaşayacağız, böyle böyle gardrobuma kadar gelir benimle. "Bak miyav, annene git, benim tüylü hayvanlarla aram iyi değil, bak orda kuş varr..."
Aklıma dâhiyane bir fikir geliyor. Tekrar dışşarı çıkıyoruz, ileri doğru yavaş yavaş ilerliyorum, peşimden geliyor. Duruyorum, o da duruyor. Ve ben koşa koşa apartmandan içeri girip kapıyı kapatıyorum. Now The Human Wins.
Sonra efendim eve çıkıyorum ama kulaklarımdan miyavlayışları hiç gitmiyor. Biraz ekmek ufalayıp üzerine süt döküp götürüyorum. Münasip biyere bırakıp kaçmak üzereyken buu kez havhav gelip bizim miyava dayılanmasın mı! Köpeklerle aram daha beterdir ama o an zayıfın tarafında olmak gibi ulvî bir amaç için cesaretlenip köpeği kovalıyorum. Bununla da yetinmeyip daha güçlü oldukları için kedilere terör estiren artizlik yapan bütün köpekleri kınıyorum içimden. Daha abartarak bu örneği kadın-erkek, toplumsal statü farkları, ezilen halklar, Amerikan emperyalizmi, kapitalist sistem, Türk eğitim sistemi, dünya petrolleri, siyonizm ile bağdaştırıyorum.
Bizimkisi nasıl diken diken olmuş, derisi görünüyor tüylerin arasından, nasıl korkmuş yavrucak. Yatışsın diye seviyorum biraz ama elim değmekle değmemek arasında. Yine de bu kadarını yaptığıma kendim bile şaşırıyorum. Böylece kahramanımız, yani ben, başlangıca göre aşama kaydetmiş oldu. Senaryo öğeleri tamamlandı. Hikaye çıkar bundan.
Sonra işte kedicik yemeğine dönüyor, ben birkaç fotoğraf çekip eve çıkıyorum. Ellerimi beş altı kez yıkıyorum. Uzanıyorum, İbrahim Tenekeci'nin Uçuş Denemeleri'nden şu kısmı anımsıyorum:
"Çiçeklere su verdim, serçeler için camın önüne ekmek koydum, Amerika ve siyonistler hakkında kötü şeyler düşündüm sonra da şunu mırıldandım: Allah benden razı olsun..."

21 Temmuz 2012 Cumartesi

JOURNEY SONGS

Since I know that I'm longing for a little bit "wind of change" I've been eliminating my archived songs, also checking new songs, as a part of my journey dreams. 
So finally I collected choosen ones in one list. Here is that list below
Some nostalgic, some popular, some sad, some fun music.
For those who are long long trippers or day trippers, 
who are leaving permanently or just for a holiday 
or maybe only going on a walk to the shoreline
maybe looking forward to being back home 
For sailors,  voyagers, ramblers, tourists, 
for little princes, little princesses 
and for 'into the wild'ers...
Hope you enjoy.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

"Put'Yo Peace Handz Up In The Air"

Mesela soruyolar niye fotoğraf çekinirkene "iki" yapıyomuşum. Bu konuda bi basın açıklaması yapma gereği duydum. Tabi biçok nedeni olmakla birlikte başı çeken müsebbibi bu abilerdir. Pek severim kendilerini. Şuan toy gençlik zamanlarımda olduğu denli El-moro olmasam da bitakım izleri kaldıysa demek. Buyrun, Outlandish.


Waqas Ali

Lenny-Len

Ve... İsam B
İsam bro'nun yeri ayrı tabi.

14 Nisan 2012 Cumartesi

Let's Pretend

Yağmurlu bir gece vakti araba kullanıyorum, yalnızım, radyoda tesadüfen çalmaya başlıyor.
Dışarsı soğuk, içersi ve ben yavaş yavaş ısınıyoruz. Silecekler damlacıkları sağa sola ötelerken kemanları dinliyorum. Az ilerde eğimli viraj var, direksiyonu hafifçe kırıyorum. Eğimle beraber araç kendi ağırlığıyla akıyor, ve solo giriyor: 

Let's not make it into a big thing 
Let's not get lost into this 
 I know it is, I know we could
I guess we surely would
Let's pretend it's not
It doesn't mean a thing
Let's not blow it out of all senses
As though it meant so much
It's always thought about for weeks
Not every time your lips meet mine, I think of her
But when her hands reach out, I think of you

İşin aslı biraz farklı tabi. Mesela arkadaşımın arabasındayız. Dışarsı karanlık ve yağmurlu ama şöför koltuğunda değil, arkada oturuyorum mesela. Haliyle radyoda Tindersticks filan da çalmıyor. Pek de sağlıklı bir ilişkiyi anlatmayan şarkı sözlerini ise o an kafamdan uyduruyorum. (Tabi buraya doğrusunu kopyaladım)
Hayaller hayaller...

8 Ocak 2012 Pazar

Diyorum ki...

7 Ocak, Şehitlik. Umarım hâlâ yaşıyorsundur.

Papatyalar ortancalar kahve fincanları, zürafalar salıncaklar çakıl taşları, dut ve kiraz, soda açacağı salatalık soyacağı, şiirler trenler yüzükler güvercinler helikopterler Sarıyer, deniz anaları kitap ayraçları kaplumbağalar, Beyoğlu sokakları taş plak dükkanları kuru yapraklar, mısır kestane dondurma bir de nutella, ayıcıklı mayıcıklı pijamalar beyaz büyük kulaklıklar, su böreği ay çöreği uğurböceği, yastık eldiven yumiyum kapşon, deniz kabukları Moda tramvayı rıhtımda o büyük balon, Vefa semti gecekondular ve elbette vapurlar olmasa hayatın ne eğlencesi kalır :)

2 Ocak 2012 Pazartesi

Aklıma esti

                                       

Candy Candy'nin birinci bölümünü izledim.  
Hele şu jeneriğin güzelliğine hele.
Aaah, ah sonra Antony'li bölümlere baktım. O benim ilk aşkımdır.
Çok ağlattıydın be Antony. Ufacıktım hayranındım ulan Antony. Gerçek hayatta olsan evlenirdim valla.
Ama çizgifilimde bile öldün sen ya bi git yaa hep  ölüyonuz dövecem.